Kuantum Yer Çekimi Sensörüyle Yeraltı Kaynaklarının Tespiti
24 Şubat’ta Nature bülteninde yayınlanan bir araştırma yer çekimi konusunda bugüne kadar kullanılamış yeni yöntemlerin bulunduğunu öne sürüyor.
Birmingham Üniversitesi bilim insanları tarafından hazırlanan çalışmada kuantum yer çekim sensörleri kullanarak mağmaya kadar olan alanda hangi tür toprak veya kaya yapısının olduğu, su kaynağı ve maden bulunup bulunmadığının tespit edilebileceği belirtildi.
Bilim insanlarına göre yer çekiminin ölçümü için birden fazla yöntem var fakat tüm mesele yer çekimini ölçmek değil, büyük inşaatlarda zemin sıkılığı, maden aramalarında maden türü ve kapasitesi, su, petrol ve gaz aramalarında bölgesel keşif çalışmalarında bu yöntem kullanılabilir.
İnsanlık şuan maden arama ve zemin etüt çalışmalarında sondaj ve radyo sinyalleri ile veri elde etmeye çalışıyor, sismik araştırma cihazları ve geçmişte yapılan ölçümlerin yeni ölçümlerle karşılaştırılması da yöntemlerden biri. Bilim insanlarına göre bu yeni yaklaşım, insanlığın bugüne kadar elde ettiği en doğru ölçüm sonucunu verebilir.
Yeni yöntem sayesinde dünyanın yer çekiminde oluşan varyasyonlar kaydedilerek haritalandırma yapılabilir. Gelecekte gerçek zamanlı izlemelerle elde edilecek veriler üzerinden mağmaya kadar olan bölgenin ne tür bileşenlerden oluştuğu tahmin edilebilir. Deprem, doğa olayları ve volkanik patlamalar çok önceden farkedilebilir.
Kuantum yer çekimi sensörlerinde aşırı soğutulmuş atom bulutu bir kanaldan aşağıya bırakılır, daha sonra bir ışık darbesi her bir atomu süperpozisyon durumuna sokar böylece her atomun aynı anda iki yerde bulunduğu bir kuantum limbo oluşur. Dünyanın her yerinde yer çekimi farklı olduğu için cihaz yer değiştirdiğinde iki atomun serbest düşüşü arasındaki fark bir korelasyon oluşturur. Elde edilen bu korelasyon yer çekimi kuantum hassasiyetinde bir yer çekimi haritası oluşturur.
Bilim insanlarına göre bu cihazlar tek başına toprak veya maden tespiti yapmak için yeterli değil fakat bugüne kadar zemin çalışmalarında kuantum hassasiyetinde veriler hiç bir zaman farklı ölçüm sonuçları ile bir arada değerlendirilmedi. Eğer bu veriler anlamlı bir şekilde düzenlenirse dünyanın çekirdeğine kadar olan tüm hareketleri izlemek için yeni bir yöntem geliştirilmiş olabilir.
Şuan için yöntemi geliştirmenin en büyük zorluklarından biri, cihazı kullanabilmek için ileri derece fizik bilgisine sahip olunması. Araştırmanın gelecekte madencilik ve yer altı kaynaklarının tespiti, deprem ve afet önleme yöntemleri konusunda farklı yaklaşımların oluşmasına katkısı bulunuyor.